Blog

Son zamanlarda kime dokunsanız bir ah, bir figan… Herkesin herkesten, herkesin her şeyden şikâyet ettiği ama “kınayanda kırk batman” hesabı şikâyet edeninde, kendi etrafındakiler tarafından şikâyet edildiği bir dönemdeyiz. Kime sorsanız ülkeyi daha iyi yönetir; kime sorsanız Milli takımı tur atlatır…

Herkesin her konuda uzman olduğunu zannettiği bir ortamda tabi ki durum bundan farklı olamaz; bunun bilincindeyim ama artık  “ben senin (onun) yerinde olsam…” la başlayan cümlelerden gına geldi. Tarihte de bu gibi durumlara sık rastlandığını hepimiz biliyoruz ama mevcut duruma şikâyet edenler arasında fırsat verildiğinde yaptığı işi hakkıyla yapanları da biliyoruz. İşte size yaşanmış bir örnek.

Fatih Sultan Mehmet veziri Mahmut Paşayla tebdili kıyafet çarşı-pazar geziyormuş. Pazar yerinde bir yeniçeri aşçısının her tarafa azar savurduğunu işitmiş. Sebebini merak etmiş ve vezirini durumu öğrenmesi için aşçının yanına göndermiş. Aşçı başlamış anlatmaya: “Sabahtan akşama kadar gezdim, dolaştım ama bir okka et bulamadım ve yemek pişiremedim. Nasıl geri dönüp yemek pişireceğimi düşündükçe hırsımdan ulu orta kızıyorum. Ne yazık ki memleket işlerine bakan yok. Muhtesip (belediye başkanı) kendi keyfinde. Bu yüzden her ne ararsan bulunmuyor. Bu işi bana verselerdi, şehri gıda maddeleriyle doldururdum. Herkes de aradığını bulurdu. Fakat elden ne gelir?”

Aşçıyı dinleyen vezir durumu padişaha anlatmış. Fatih adamın adını kaydetmiş. Saraya dönünce ilk işi o aşçıyı görmek istediğini vezirine söylemek olmuş. Hemen yeniçeri aşçısını huzura getirmişler. Padişah aşçıyla görüştükten sonra onu muhtesipliğe tayin etmiş. Eski aşçı yeni belediye başkanı hakikaten işi çok iyi idare etmiş ve İstanbul çok kısa bir sürede bolluğa kavuşmuş. Bunun neticesinde de kısa sürede yükselmiş; günün birinde de vezir olmuş. Yaptığı işlerden ve gösterdiği dirayetten çok memnun kalan Fatih onu sadrazamlığa tayin etmiş. İşte Gedik Ahmet Paşa adıyla meşhur tarihi şahsiyet pazarda ulu orta şikâyet eden bu kişiymiş.

Tabi bu kıssayı okuyanlarınızın bir kısmı eminim; “İşte bu kıssa tam da beni anlatıyor; ben de eleştiriyorum ama bana da fırsat verilse bende “ülkeyi, milli takımı, sağlık sistemini, milli eğitim sistemini… mamur ederim” diyordur. İyi ama gözden kaçmaması gereken nokta Gedik Ahmet Paşa vezir olmadan önce de işini iyi yapan sorumluluk sahibi biriymiş. Mesela ülkeyi iyi yönetirim diyenler çok merak ediyorum kendi ailelerini iyi yönetebiliyorlar mı? Ne iş yapıyorlarsa o işte çok iyiler mi?  Soruları çoğaltmak mümkün. Burada ki ana tema ülkeyi yönetmek, milli takımı kurtarmak değil biliyorsunuz. Ana tema elimizde yetki olmayan bir kurumu kuruluşu, müesseseyi ihya etme planları. Oysa yapılması gereken ana unsur her ne işi yapıyorsak öncelikli olarak onu iyi yapma, onu ihya etme olmalı.

Muhtemelen yine birçoğunuz aklına “iyi ama hocam herkesten ve her şeyden şikâyet edenlerle, eleştirenlerle ilgili yazıyı kaleme alırken, sizde herkesi ve her şeyi şikâyet edenleri, eleştirenleri, eleştirmiş olmuyor musunuz?” sorusu gelebilir. Bu soruya verebilecek iki yanıtım var: 1) Yazının başında da belirttiğim gibi kınayanda kırk batman bulunur. 2)  Benimkisi durum tespiti. Çünkü gündelik pratiğimde en çok terapi için bana gelenlerin en çok şikayet edenler arasından çıktığını görüyorum. Elindekiyle neler yapabileceğine değil de el’dekilerin neler yapmadığına odaklanırsanız, “zenginin malı züğürdün çenesini yorar” kabilinden havanda su döversiniz ve işte o zaman size verilmiş olan ve sizin bu gününüze yetecek olan sabır kuvvetinizi dağıtmış olursunuz. Zaten bir atımlık barut hüviyetinde olan sabır kuvvetiniz yetmeyeceği için sıkıntı, stres ve psikolojik hastalıklara daha kolay yakalanırsınız. Benden söylemesi. Gerçi biz adam olmayız ama :)

@drktastan

ayşe nur erdem (25.06.2019)

Herkez elindeki kısmetine razı olsa ve hakkını vermeye Çalışsa kimse kimsenin kusurunu aramak iÇin değil,kusurunu kapatmak iÇin koşsa tıpkı tek elin yapamadığına diğer elin yetişmesi gibi , tek gözün görmediğine diğer gözün desteği tek parmağın kaldıramadığına parmakların seferber olması gibi yani kısacası uhuvvet müessesesini yaşayarak toplumda , şahsi hayatımızda , aile hayatımızda Çok büyük problemleri adaletsizliği duyarsızlığı neticesindede bütün şikayetleri ortadan kaldırmış olacağız. Asırlar incesinden peygamber efendimiz(sav) bizlere uhuvveti en gzüel şekliyle haliyle ,kaliyle yaşayarak öğretmiş ve islamın aslında yaşanaması neticesinde en küÇük bireyden yani şahsi hayatımızdan en büyük birey olan toplumsal hayatımıza kadar herşeyin düzene gireceği sorunların kendiliğinden Çözülüp muazzam bir toplum ortaya Çıkacağını bizlere bildirmiş yaşantısıyla asrı saadetlede bunu isbat etmiştir. Hatta biraz geri gidersek osmanlıya bakacak olursak insanlar kusur aramak değil kusur kapatmak ve elinde olana razı olup hakkını vermekle meşgul olduğundan tarihe silinmemek üzere altın harflerle yazılıp osmanlı hanedanlığını 600 yıl devam ettirmtir.Bunuda padişah tek başına değil toplumdaki insanların bu hassasiyetlere dikkat etmesi neticesinde kazanmıştır.Zaten şuan toplumun bozulmasındaki en büyük etken , kadınları sokağa döken aile hayatının yıkılmasına sebep olan en büyük etken insanların daha fazlasını istemesi kendindekine razı olmaması , hakkını vermemesi ,sürekli şikayet edip kusur aramasından kaynaklanmaktadır. Başka bi cihetlede bakacak olursak Kadınlık aleminin bu kadar bozulmasının altında yatan sebepte kadının kanaatsizliği yatar yani kocasına kanaat etmmesi, rızkına kanaaat etmemesi ( şikayet etmesi, başkalarıyla mukayese etmesi)kısacası kaderine razı gelmemesi yatmaktadır. Hatime diyecek olursak toplumumuzun altında yatan dinamiklerden biriside razı gelmemek hakkını verememek sürekli kusur aramaktan ileri gelmektedir.kadın kadınlığının hakkını verse, erkek erkekliğinin hakkını verse , Çocuk Çocukluğunun yaşlı yaşlılığın hatta hasta hastalığının hakkını verse evimizden sokağımıza kadar düzelmiş bir toplum, ferahı yakalamış sükunete ermiş bir toplum ve başarmış bir toplum olacağız.....

Yorumlarınız bizim için değerlidir !