Köşe Yazılarım

 “Doktor Bey bir türlü hayatta ki önceliklerim konusunda karar veremiyorum. İşim mi, eşim mi, çocuklarım mı, komşularım mı? Hepsi mi? Hiçbiri mi? Aslında insanların bunca sorunları varken bu tip sorunlarla uğraşmak biraz tuhafınıza gidebilir ama benim zihnimi kurcalayan bu ve benzer i sorular ne yapayım? İnanın hayatımın hemen her safhasında bu böyle oldu. Ne yaparsam yapayım acaba doğru işle mi uğraşıyorum? Doğru kişiyle mi ilgileniyorum? Zamanımın en önemli kısmı ne ile geçiyor? Gibi sorular hep aklıma takılıyor. Ne dersiniz; ‘Hayatındaki en önemli kişi kimdir? Hayatta en önemli iş nedir? Hayatta en önemli vakit hangi vakittir? Bu sorulara cevap vermek mümkün müdür?”

“İsterseniz bu sorularınızın cevabını bir hikâye anlatarak vereyim?”

“Yaşasın hikâyelere bayılırım.”

“Eski zamanlarda yaşayan bir kral varmış:

‘Şayet bir işe ne zaman başlayacağımı,  kimi dinleyeceğimi ve en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, her şeyi başarırdım’ diye düşünür dururmuş...

Kral, kendisine bu üç sorunun cevabını öğretene büyük bir ödül vereceğini ilân etmiş. Ülkenin ileri gelenlerine bu sorular sorulmuş. Herkes farklı cevaplar vermiş. Fakat hiçbir cevap kralı tatmin etmemiş. En sonunda kral, bilgeliğiyle ünlü bir kişiyi duymuş ve ona sormaya karar vermiş. Bilge, küçük bir kulübede mütevazı yaşayan biriymiş. Yanına halktan başkasını kabul etmezmiş. Bu yüzden kral üzerine sade elbiseler giyerek kılık değiştirmiş ve yola koyulmuş. Bilgenin kulübesine yaklaştığında atından inmiş ve muhafızlarını geride bırakıp yoluna devam etmiş.  Bilge adam kulübesinin önüne çiçek ekmek için toprağı kazıyormuş. Kendisine yaklaşan kralı, köylülerden biri zannetmiş. Köylü kıyafetine bürünen kral, bilgenin yanına yaklaşmış ve söyle demiş:

‘Ey bilge! Size üç sorunun cevabını almak için geldim! Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla muhtaç olduğum insanlar kimlerdir? En önemli yapmam gereken işler nelerdir?’

Bilge, kralı dinlemiş ama cevap vermemiş. İşine devam etmiş. Bir müddet sonra:

‘Yorulmuşsunuz, küreği bana verin de biraz dinlenin!’ demiş kral.

Bilge:

‘Sağ olun!’ diyerek küreği vermiş ve dinlenmeye çekilmiş.

 Kral biraz kazdıktan sonra durup sorularını tekrarlamış. Bilge yine cevap vermemiş. Kral, güneş batıncaya kadar kazmaya devam etmiş... Sonunda küreği toprağa saplayıp söyle demiş:

‘Ey bilge kişi! Senin yanına sorularıma cevap bulabilmek için geldim. Eğer cevap vermeyeceksen söyle de evime gideyim.’

Tam bu sırada bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini fark etmişler. Yanlarına yaklaştığında onun yaralı olduğunu anlamışlar. Yaralı adam oracıkta kendinden geçmiş ve bayılıp yere düşmüş. Kral ve bilge, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkarmışlar. Bakmışlar ki adamın karnında büyük bir yara var! Kral yarayı yıkamış, mendiliyle ve bilgenin havlusuyla sarmış; kanı durdurmuş. Adam kendisine gelince içecek bir şey istemiş. Kral dereden taze su getirip ona vermiş. Bu arada akşam olmuş, hava soğumuş. Kral, bilgenin de yardımıyla yaralı adamı kulübeye taşıyarak yatağa yatırmış. Adam derin bir uykuya dalmış. Kral koşuşturmaktan öylesine yorulmuş ki eşiğe çöküp oracıkta uyuyakalmış. Yaralı adam sabahleyin uyandığında kralı görünce:

‘Beni affedin!’ demiş zayıf bir sesle...

Kral:

‘Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki!’ demiş.

Yaralı adam:

‘Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum! Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Bilgeyi görmeye gittiğinizi öğrendim. Sizi öldürmeye karar vermiştim. Ancak ben sizi ararken muhafızlarınıza rastladım. Beni tanıdılar. Onlardan kaçtım ama yaralandım! Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam, size hep hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin beni!’ demiş. Kral, düşmanıyla bu kadar kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu olmuş. Onu affetmekle kalmamış; uşaklarını ve kendi doktorunu göndererek onun tedavisini yaptıracağını söylemiş. Ayrıca mallarını kendisine iade edeceğine de söz vermiş. Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıkıp bilgeyi aramış. Bilge adam, bir önceki gün kazdıkları toprağa çiçek tohumları ekiyormuş.

Kral:

‘Sorularıma cevap vermeniz için size son defa yalvarıyorum!’ demiş.

Yorgun dizlerinin üstünde çömelmiş bir hâlde duran bilge, gözlerini kaldırıp krala bakmış:

‘Cevabınızı aldınız!’ demiş.

Kral:

‘Nasıl aldım? Ne demek istiyorsunuz?’ diye sormuş.

Bilge: ‘Dün benim hâlime acıyıp şu çukurları kazmasaydınız, gidip şu adamın saldırısına uğrayacaktınız ve yanımda kalmadığınıza pişman olacaktınız’ demiş ve devam etmiş; yani en önemli vakit, çukur kazdığınız vakit idi. En önemli kişi, bendim. En önemli işiniz, bana iyilik yapmaktı.  Yaralı adam geldiğinde ise; en önemli vakit, onunla ilgilendiğiniz vakit idi. Onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmayacaktı. O anda en önemli kişi, yaralı adamdı. En önemli iş ise onun için yaptıklarınız idi. Unutmayın! Tek önemli vakit vardır: ‘İçinde bulunduğunuz an!’ Çünkü sadece o anda elinizden bir şey gelebilir.

En önemli kişi: ‘Kiminle beraber iseniz, odur!’ Çünkü hiç kimse onlarla bir daha görüşüp görüşemeyeceğinizi bilemez.

En önemli iş: ‘İyilik yapmaktır!’ Çünkü iyilik yapmak, insanın bu dünyadaki en önemli görevidir... Bilmem sorunuza cevap verebildim mi?”

“Hem de nasıl. Biraz felsefi oldu ama tam on ikiden oldu.”

@drktastan

Yorumlarınız bizim için değerlidir !