Köşe Yazılarım

Çok sevdiğim bir tanıdığımın kızı kendi tabiri ile alayına isyan bayrağını çekerek bohem bir hayata sürüklenmiş ve sıkıntı yaşıyordu. Kendisi de öğretim görevlisi olan arkadaşım, kızına yardımcı olmam konusunda benden ricada bulunmuştu. Üniversite öğrencisi olan Jale daha ilk görüşmemizde beni şaşırtan bir üslupla başladı konuşmasına:

“Önce anlaşalım; bana uzun uzadıya nasihat vereceksen eğer, seni hiç yormayayım ve ben anlatırken ikide bir babam gibi lafımı keseceksen hiç anlatmayayım…”

“Peki, seni dinliyorum.”

“… Ben yaşadıklarımla iyi bir sınav verdiğimi söyleyemem ama ben o anları yaşarken çevremdekilerin bana olan davranışlarıyla kesinlikle sınavlarını kaybettiklerini söyleyebilirim. Acı çeken insan akıl değil tutunacak bir dal arar ve bu arayışa en yakınlarından başlar. Siz düşen birine el uzatmaz ve ‘ben sana düşeceğini söylemiştim’ kolaycılığına kaçarsanız, ailemin ve beni sevdiklerini iddia edenlerin yaptıkları gibi, düşene yardım değil, zulmetmiş olursunuz…

Olmazları oldurabilir misin?  Bir başına yaşayabilir misin çevrendeki onca insana rağmen? Kendin olmadan ama kendinmiş gibi kendi kendini taklit edebilir misin? Hele o kendinin nasıl olduğunu unutalı yıllar olduysa? Ve en önemlisi tüm bu duyguları yaşarken hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir misin hayatına kaldığı yerden?

Şu an öyle bir yerdeyim ki, ne gitmesi mümkün ne de kalması, vazgeçmekle direnmek arasında; akla karanın tam ortasındayım…

Önce yavaş yavaş soğudum tüm sevdiklerimden ve sevdiğimi zannettiklerimden sonra bütün duygularım yok oldu ve ben araftayım anlatılması ve anlaşılması çok zor olan…

Ne dersin doktor bey, hala bende iyileşmeye dair bir ümit var mı? Yoksa sende diğer insanlar gibi var olanı görmeden, görüyormuş gibi yaparak maslahat icabı mı konuşacaksınız benle?”

“Hayır, öyle yapmayı düşünmüyorum. Bununla birlikte eğer müsaade edersen sana birkaç cümle söyledikten sonra yaşanmış bir kıssa anlatmak istiyorum.”

“Uzun olmazsa sevinirim. Ha! Birde nasihat olmasın, olur mu?”

“Peki, öncelikle içinde bulunduğun ruh halini anlayabildiğimi düşünüyorum; bazen insan yaşadığı sıkıntıların hiç bitmeyeceğini sanır; oysa hiçbir şey devamlı değildir ve insanın en zorlandığı anlar kaderinin dönüm noktalarıdır.  İşte sen şu an bu dönüm noktasındasın. Kıssaya gelince;

Sahabeden birisi Hz. Ali’ye gelir ve “O kadar dertliyim ki sıkıntıdan ölüyorum” der.

Hz. Ali: “Sana iki soru soracağım, cevabını verip derman bulacaksın” diye karşılık verir.

Adam: “Sor ya Ali” der.

Hz. Ali: “Dünyaya geldiğin zaman bu dert seninle birlikte mi dünyaya geldi?”

Adam: “Hayır!” der.

Hz. Ali; “Dünyadan giderken bu dert seninle birlikte olacak mı?”

Adam; Yine “Hayır!” cevabını verir.

Hz. Ali; “Seninle birlikte gelmeyen ve giderken de seninle birlikte olmayacak olan bir dert, senin bu kadar zamanını almamalı. Sabırlı ol. Yeryüzündekilere çok ümit bağlamaktansa yüzünü Âlemlerin Rabbine çevir” buyurur.

Evet, Jale farkındayım; derinlerde sığ hayallerin vardı gerçekleştirmeyi istediğin ve bir şekilde olmadı ama unutma, umut insanın ikinci bir limanı, somuttan soyuta kaçışın adı, konuşulmayan çığlıkların kulakları sağır eden sessizliğidir ve eğer umudunu yitirmezsen her zaman yeni bir başlangıç yapabilirsin, her şeye ve herkese rağmen. Yoksa…

(Yaşanılan bu olayda Jale’nin neler yaşadığını özellikle anlatmamaya dikkat ettim. Önemli olan ne yaşadığından çok hayata ve olaylara yaklaşım tarzıydı. Ve ben daha neler neler anlatmadım ki kendimce çok güzel olan. Ama sonraları Jaleyle karşılaşmamızda bana aklında kalan ve kendisini etkileyen tek şeyin benim ona anlattıklarımdan ziyade Hz. Ali’nin; ‘Seninle birlikte gelmeyen ve giderken de seninle birlikte olmayacak olan bir dert, senin bu kadar zamanını almamalı…’ cümlesi olduğunu söyledi. Bu arada artık bu cümle onun yaşam felsefesiymiş.)

@drktastan

Yorumlarınız bizim için değerlidir !