Köşe Yazılarım

Anne üzgün, gözleri nemli.  Baba endişeli ve düşünceli.  Baba hem anneye kırgın, hem çocuğu için üzgün.

Çocuk özgüvenden nasibini almamış, öz güven yerlerde…

Bu haftaki ilk görüştüğüm ailenin profili bu. Neredeyse üç bilinmeyenli denklem gibi adeta. Anneye göre denklem iki bilinmeyenli. Denklemin en zor basamağı anneye göre çocuk. Ardından da babanın rahat ve ilgisiz tavırları, lakayt cinsinden anlayacağınız. Halk ağzıyla vurdumduymaz bir baba.

Babaya göre denklem tek bilinmeyenli ama bilinmeyen parametre, karekök cinsinden, en zor olandan yani. Bu zor olan karekök ise tabi ki anne.

Çocuk ortada bir denklem olduğunun farkında bile değil. Ama anne ve babasının esas geliş sebeplerinin kendisi olduğunun bilincinde.

Haftanın ilk gününü 87 hasta muayene ederek bitirmenin yorgunluğu üzerine, zor olan bu denklemi çözmem gerektiğinin farkındayım. İmkânım olsa bu denklemi çözmeleri için gelen danışanlarımı başka bir yerlere refere edeceğim ama zor. Anne uzun zamandır, randevu talep ettiği için kaçış yerim yok. Ön şartım olan “Baba gelmezse olmazı” da babayı getirerek, oldurdukları için, her şey onların lehinde.

Öncelikli olarak babayı ve çocuğu dışarı çıkartıp anneyi dinliyorum.

“Allah sizi inandırsın doktor bey, yemedim yedirdim, giymedim giydirdim. Gece yatarken üstünü örtmeden uyumam. Hastalanmasın diye her gün okula giderken üstünü ben giydiririm. Okul servisine kadar elinden tutar ben bindiririm…”

Anne çocuğuna aşırı düşkün, bu belli. Anlattıkça anlatıyor, zaman zaman çocuğunun okuluna gidip, çocuğuna karışanın olup olmadığını kontrol etmeler mi dersiniz, servis şoförünü tembihleyip serviste çocuğuna sıkıntı veren olup olmadığını kontrol etmeler mi dersiniz, çocuğunun her türlü hayatına müdahil. Anlatmaya devam ediyor ama anlattıkları hep çocuğun sosyal hayatına müdahale kabilinden. Sonunda esas cümleyi söylüyor ; “Yaranamıyorum doktor bey, ben bu adama yaranamıyorum. Çocuğum için bunca fedakârlık yapmama rağmen, eşim beni takdir etmediği gibi, çocuğumun yaşadığı tüm sıkıntıları benden biliyor. Bu çocuğun pısırık olmasının sebebi sensin diyor. Derslerinin iyi olmamasından tutunda, arkadaş çevresinin iyi olmamasının hatta arkadaşının olmamasının tüm sebebini benden biliyor.”

İçeri babayı alıyorum ve anlatmaya başlıyor; “Bizim çocuğun adam gibi bir tek arkadaşı bile yok doktor bey. Tabi olmaz annesi kiminle oynayacağına, ne zaman oynayacağına hepsine karışıyor. Bizim ki hayatta sokakta oynamak nedir bilmez. Oysa biz öyle miydik, bütün gün dışarda arkadaşlarımızla oynar akşam eve huzurlu bir şekilde dönerdik. İnanmazsınız ama koskoca 16 yaşına gelmiş, kazık kadar olmuş çocuğu hala iyi temizlenemez diye annesi yıkıyor. Tek başına ödev yapamaz, yanlış olur diye annesi müdahale eder, ne kadar yediğine bile annesi karışır. Defalarca eşimle konuşmaya çalıştım, yaptığının yanlış olduğunu söylemeye çalıştım ama hep beni suçladı. Bıktım artık doktor bey bıktım.”

Baba anlattıkça açılıyor, açıldıkça anlatıyor…

İçeri bu sefer çocuk geliyor. Çekingen ve buraya ne diye getirildiğini bilmez bir tavırla, koltuğun ucuna oturuyor. Müdahale etmesem neredeyse düşecek gibi. Susuyor hiç konuşmuyor, ben de öyle. Bir süre odada sessizlik hüküm sürüyor.

“Eee, buraya neden geldiğinizi biliyor musun? Diye soruyorum.

Hiç ses çıkmıyor. Israrlı bakışlarım onu zorlayınca başıyla hayır işareti yapıyor. Benim kısa sorularıma tek kelimelik kaçamak cevaplar veriyor.

Şimdi odada benle birlikte dört kişiyiz. Genel bir değerlendirme yapmam gerektiğini düşünerek, bu vaka üzerinden genel doğrularla ilgili örnekler veriyorum. Özellikle anneye yönelik öneriler bunlar. Çocuklarının bağımlı biri olduğunu yıllardır kendi başına bir iş yapmadığı için öz güveninin gelişmediğinden bahsediyorum. Bir anne ve babanın ilk görevinin çocuklarının karnını doyurmak ve üzerlerini giydirmekten çok onlara öz güven konusunda yardımcı olmaları gerektiğinden bahsediyorum. Ve hatta; “15-16 yaşına gelmiş çocuklarını okul servislerine elinden tutup götüren nice ebeveynler biliyorum. Kendi güvensizliklerini onlara da öğretiyorlar. Başkalarına güvenmeyi ve Yaratıcıya tevekkül etmeyi bilmeyen nice anne-baba. Neden böyle yapıyorsunuz? diye sorduğumda, ‘Çocuklarını çok sevdiklerini’ baş cümle olarak dikte ettikten sonra, ‘Çocuğuma değil, çevreye güvenmiyorum’ gibi klişeleşmiş cümlelerle devam eden anne-babalardan söz ediyorum onlara. Böylesi ebeveynlere soruyorum: “Farkında olmadan çocuklarınıza verdiğiniz mesajın ne olduğunu biliyor musunuz? “diye ve onların cevabını beklemeden sorduğum sorunun cevabını ben veriyorum; ‘Çevre tekin değil, güvenilmez. İnsanlara sakın ha güvenmeyin. Zaten Dünya güvenilmez bir yer!’ Sonra bu çocuklar büyüyünce ne mi oluyor? İnsanlara güvenmeyen, kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen, anti sosyal birer insan oluyorlar. Hatta insanlara güvenilmez diye düşünen bu insanlar evlendiklerinde eşlerine de güvenmiyorlar. Zaten günümüzde boşanmaların en büyük sebebi de eşlerin birbirlerine güvenmemeleri değil mi? Eşinin kıskançlığından şikâyet eden birinin problemi nerede saklı sizce? Diye sorduğumda ne cevap veriyorlar dersiniz?”

Anne kısık ve mahcup bir ses tonuyla; “Galiba çocukluklarında saklı” diyor. “Ama ben onu çok seviyorum ve kimsenin de zarar vermemesi için onu korumak istiyorum. Oysa siz bunun yanlış olduğunu söylüyorsunuz. Galiba söylediklerinizde haklılık payı da var” diyor ve susuyor.

Baba içeride konuşulanlardan memnun, beden dilinden belli oluyor bu. Anne kendini sorgulamaya başlıyor, beden dilinden belli. İstediğim de zaten bu. Bir müddet daha konuşmamız bu minval üzere devam ediyor. Anneye bir dizi öneri sunuyorum. Çocuğunu artık kendisinin yıkamamasından tutunda, servise çocuğunun tek başına binmesine müsaade etmesine kadar…

Anne her bir önerimde “ama” yla başlayan cümleler kurmaya yelteniyor. Allahtan baba içeride ve anneye müdahale ediyor.

“Bırak doktor bey önerilerini sunsun, rica ederim bu sefer bari dinle” diyor anneye.

Anne bunca yıldır iplerin ve kontrolün kendisinde olmasından olsa gerek önce temkinli yaklaşıyor önerilerime. “Ama”yla başlayıp da bitire bildiği tek cümleyi bir çırpıda söylüyor.

“Ama ben olmazsam o tek başına bunca işin üstesinden gelemez ki!” diyor.

Bu görüşmemizde esas problemin kaynağının çocukta değil, kendisinin çocuğa bakış açısında ve ona davranış şeklinde olduğunu bir kez daha yineliyorum. Anneyi daha fazla üzmemek içinde ekliyorum: “Tabi ki siz tüm bunları çocuğunuzu sevdiğiniz için yapıyorsunuz bununla birlikte çocuğunuza zarar verdiğinizin farkında değilsiniz. İsterseniz bu olaya şöyle bakmayı deneyin. Annenizle birlikte evlendiğiniz günden beri birlikte oturduğunuzu farz edelim. Anneniz size olan muhabbetinden ve sevgisinden dolayı size kıyamadığı için evin temizliğinden tutunda, yemek pişirme, bulaşık yıkamaya kadar her şeyi sizin adınıza yapmaya çalışıyor. Sizin odanızdaki çekmecelerin içinin düzenini bile kendisi yapıyor. Eşinizle olan her türlü tartışmalarda size ne yapmanız gerektiği konusunda baskı yapıyor. Ama tüm bunları sizi bunaltmak için değil, size göre tecrübesi daha fazla olduğu için yapıyor. Ne dersiniz tüm bu davranışlar sizi memnun eder miydi?”

“Ne yalan söyleyeyim siz anlatırken içime fenalık geldi. Gerçi bu dediğiniz problemlerin bir kısmını biz annemle değil kayınvalidemle yaşadık. Evliliğimizin ilk yıllarında hemen her şeyimize karışıyordu. Perdelerin renginden, oturma grubunu salona nasıl yerleştirmemiz gerektiğine kadar. Ama bu konuda eşimin hakkını ödeyemem. Annesiyle konuştu da biz onla papaz olmadan bu konuyu hallettik yoksa çok daha fazla sıkıntı yaşayacaktım.”

“Peki, tüm bunları kayınvalideniz sizden nefret ettiği için mi yaptı ne dersiniz?”

“Gerçi beni pek sevdiği söylenemez ama bence bizim iyiliğimizden çok kendi dediği olsun diye yaptı.”

“Hanım, hanım!”

“Tamam, tamam. Vazgeçtim bizim iyiliğimiz için yaptı.”

“Sizce kayınvalidenizin yaptıklarıyla sizin yaptıklarınız arasında bir benzerlik yok mu?”

“Ama ben tamamen çocuğumun iyiliği için…”

“Hanım belki farkında değilsin ama ben de onun çocuğuyum ve benim…”

“Tamam, pes ediyorum galiba ben biraz aşırıya gittim. Kabul ediyorum tüm hata benim. Rahatladın mı bey?”

Burada ben devreye giriyorum:

“Biz burada suçlu aramıyoruz, onun için rahat olun. Hepimiz aynı şey için buradayız, çocuğunuzun problemlerini çözmek. Bunu yaparken de hatanın kaynağını bulmaya çalışıyoruz. Tespit edebildiğimiz en temel problem sizin sevginizi çocuğunuza yanlış aksettirmeniz.”       

“Peki, çocuğumun iyiliği için neler önerirsiniz, neler yapmalıyım?”

“Biraz evvel önerilerimi sıralamıştım ancak kısa kısa tekrar edeyim:

1-Öncelikle çocuğunuzun banyosundan başlayalım, bu yaştaki bir çocuğun mahremiyetine saygı duyun ve bir daha onu siz yıkamayın.

2-Okul servisine çocuğunuzu siz götürmeyin, kendisi binsin.

3-Ödevlerini birlikte yapmayın. Öğretmen o ödevleri kendisi yapsın diye veriyor. Yardım isterse, yardımcı olabilirsiniz.

4-Yediği yemeğin miktarına karışmayın. Doyunca kendisi kalkar sofradan.

5-Sık sık okula gidip çocuğunuza kimlerin karıştığıyla ilgili sorular sormayın. Okul aile birliği toplantılarına gidebilir ve çocuğunuzun durumunu sorabilirsiniz.

6-Kıyafet seçerken kendi zevkine bırakın, kendisi seçsin.

“Doktor bey bu öneriler daha ilk günden biraz fazla olmadı mı? Önerilerinizi her geldiğimizde ikişer ikişer ev ödevi gibi sıralasaydınız da ona göre uygulasaydık.”

“Aslında bunlar ilk günden söylenen şeyler değil, siz geç bile kalmışsınız. Sizin çocuğunuz 16 yaşına gelmiş. Artık kaybedecek hiç zamanınız yok ve bir daha da görüşmemize gerek yok. Bu konuda size okumanız için önereceğim birkaç kitap ve seyretmeniz için bir de film var. Önereceğim film Batıda bir dönem yapılan bir araştırmada ebeveynlerin seyrettiği en kötü film seçilen “Mondo Cane” isimli film. Ebeveynlerin bu filmden nefret etmesinin tek sebebi filmde geçen rahatsız edici bir sahne. Bu sahnede çiftçiler ‘yağlı kaz ciğeri böreği’ yapmak için kazları zorla besliyorlar ve bir çubuk kullanarak gerçekleştirdikleri oldukça kuvvetli darbeler ile yemleri bu zavallı hayvanların boğazlarından aşağı itmeye çalışıyorlar. Kaz kusmak istediğinde ise boğazına besini sindirim bölgesinde hapseden pirinçten yapılmış bir bilezik geçiriyorlar. Böyle bir besin fazlalığının tekrar tekrar kazın boğazından aşağı tıkılması ile en sonunda dünyanın dört bir yanındaki şefleri memnun edecek yağlanmış bir karaciğer ortaya çıkartıyorlar. Tabii ki bu durum amaca uygunluk adına kurban edilen kazların beslenmesine hiçbir yarar sağlamıyor.

Bazı ebeveynlerin durumu sizce bundan daha mı farklı? Buradaki temel espri çok miktarda zorla beslenme ve çok az sindirim, öğrenme faaliyetlerinde de durum maalesef böyle. Çocuğa gereksiz çok bilgi yükleyip, öğrenme ve sindirme gerçekleşmeden bu durumun devam etmesi. Hal böyle olunca da tabii ki verim istenilen düzeyde olmuyor. Zorla yapılan ve yaptırılan eylemler faydadan çok zarar veriyor.”

“Doktor bey ben de merak ettim şu filmi en kısa sürede alıp ailecek seyredeceğiz. Öyle değil mi hanım?”

“Evet, değişik bir film olduğu kesin.”

Aile ile yaptığımız bu görüşmelerin ardından iki ay sonra baba beni teşekkür mahiyetinde aradı. Önerdiğim kitapları okuduklarını ve özellikle de Yeni Asya yayınlarından çıkan “Çocuk Eğitiminde Şimdiki Aklım Olsaydı ve Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz?” kitaplarını ayrıca çok beğendiklerini ve yazanların ellerine sağlık temennilerini bildirdi. Bende hakikaten kitabın güzel olduğunu ve yazanların yalancısı olduğumu söyledim. Gülerek vedalaştık.

@drktastan

Yorumlarınız bizim için değerlidir !