Köşe Yazılarım

 

“Doktor Bey, ne desek kar etmiyor buna. İyilikle izah etmeye çalıştık, harçlığını arttırdık, tatile Antalya’ya gönderdik, biraz kafasını boşaltsın rahat etsin diye olmadı. Babası bir iki kez dövdü, olmadı. İnterneti yasakladık, hatta cep telefonunu elinden aldık,  yine olmadı. Ne yapacağımızı şaşırdık doktor bey. Ha! Babası dövdü dediysem öyle bir iki fiske değil ha! Adam akıllı benzetti. İnat mı, inat… Bunca dayağa rağmen tık yok herifte…”

Anne anlattıkça anlatıyor. Ne saçını süpürge ettiği kalıyor anlatmadığı, ne de sundukları imkânların çokluğu. Her türlü maddi refah parametrelerinden bahsediyor. Cep telefonu, internet, bilgisayar, ayrı oda, markalı türlü çeşit ayakkabı ve giysiler…

Oysa benim duymak istediklerim bunlar değil. Onu ne kadar sevdiklerinden ve onun için kaygılandıklarından da bahsetsin istiyorum. Ben/Biz senin için bunu istiyorum yerine, sen ne istiyorsun? Sana nasıl yardımcı olabiliriz, cümlelerini arıyorum konuşmaları arasında ama duyamıyorum.

Neden diye soruyorum kendime, neden biz ebeveynler çocuklarımıza ne istediklerini sormak yerine kendi istediklerimizi empoze etmeye çalışıyoruz? İçimdeki ses fısıltı halinde sorunun cevabını veriyor: Bunu yapan anne ve babaların evlatlarını ne kadar çok sevdiklerini bilmiyor gibisin? Sevmek diyorum kendi kendime, sevmek tek başına yeterli olmuyor işte. Ben bunu terapilerde danışanlarımın anlattıkları hayat kesitlerinde defalarca gördüm ve duydum. Sevmek elbette şart diyorum ama yeterli değil. Ben bu düşünceler içerisinde gelgitler yaşarken annenin hala anlattığını ve anlatacaklarının pek de bitecek gibi görünmediğini hissediyorum. Anne devam ediyor anlatmaya:

“Ah hocam ah! Nankör bu zamane çocukları nankör. Bize annemiz babamız bu kadar imkân sunsaydı şimdi profesör olmuştuk…”

Anne anlatıyor anlatıyor ve ben yoruluyorum dinlemekten. Konuşmanın tamda burasında ben devreye giriyorum:

“Oğlunuzun ne istediğini sordunuz mu hiç?”

 “Nasıl yani?” diyor, beklemediği bir soruyla karşılaşmışçasına.

“Çocuğunuza diyorum, evladım bak biz senin iyiliğin için bu kadar uğraşıyoruz, üniversite de iyi bir yer kazanmanı istiyoruz sen bu konuda ne düşünüyorsun? Hangi mesleği seçmek istiyorsun diye hiç sordunuz mu?”

 “O yaştaki bir çocuk ne istediğini nereden bilecek?  Hem o yaştaki biri sağlıklı karar veremez değil mi?” diye ekliyor.

Anne onu onaylaman için bekliyor. Başka bir şey söylemiyor. Ben de inadına suskun annenin yüzüne bakıyorum, cevabı sen ver der gibi.

“Yani sağlıklı karar verebilir mi demek istiyorsunuz?” diye bana soruyor. Ben jest ve mimik hareketleri ile kendimce doğru cevabı onaylıyorum.

“Demek sormamız lazımdı ha!”

Bir an bir suskunluk ve devam ediyor.

“Aslında ben bizimde bir yerlerde yanlış yaptığımızı hissediyordum, eşime söyledim ama biz her şeyi yapıyoruz daha ne yapacağız diye tepki verince ben de zamanla ona hak verdim ama…”

Annenin kendi muhasebesini yapması ve doğru cevap üzerinde yorumlar yapması hoşuma gidiyor. O ana kadar hep suskun olan abla giriyor devreye:

 “Doktor Bey, müsaade ederseniz ben de birkaç şey söylemek istiyorum. Aslında çoğu şey annemin anlattığı gibi değil. Bizi sevdiğini ve iyiliğimizi istediğini biliyoruz ama bizim içinde saçını süpürge etme hikâyeleri doğru değil. Oğlu için bu kadar endişelenmesi biraz da kendi için.  Günleri var annemin. Orada pasta börek muhabbetinden sonra herkes kendi çocuğunun deneme sınavlarında yaptığı netleri, karnedeki notlarını konuştuğu mutat günler bunlar. Annem ne zaman günden eve gelse, evde bir kızıl kıyamet kopar, beni el âleme rezil ettin diye. Sebebi genelde Rızayla ilgilidir. Bazen deneme sınavında yaptığı net sayısıdır. Bazen yazılıda aldığı nottur. Kıyametin büyüğü de karne günlerinde yaşanır. Rızaya bir ton laf söylenir ama cümlenin sonu hep aynıdır. Beni el âleme rezil ettin. İki kuruşluk insanların yanında boynumu büktün…”

“Peki, ya baban bu tartışmaların neresinde? Mesela neden baban da buraya sizinle birlikte gelmedi?” diye soruyorum ablaya.

 “O mu? Onu pek görmeyiz.  Çok yoğundur çünkü. Akşama kadar mesaide, akşamda arkadaş grubu ile briç oynamadadır. O gün yenmişse neşesi iyidir. Yenilmişse veya oyunda bir tartışma çıkmışsa, eve gelir gelmez bir tartışma bir bağırtı kopar. Briç onun her şeyidir.  Hayatını şekillendiren, mutluluk kaynağıdır. Ben çoğu zaman briçi bizden daha çok sevdiğini düşünüyorum. Beraber bir akşam yemeği yediğimiz çok enderdir. Zaten birlikte olsak da konuşacak konu bulamayız. O bizim nelerden hoşlandığımızı bilmez, biz briçten anlamayız. Annemle babam zaten iki ayrı dünyaların insanları, konuşacak pek ortak noktaları yok aslında. Bazen düşünürüm nasıl olmuşta bu kadar bir birine yabancı olan iki insan evlenebilmiş diye? Neyse ben sorunuzu yanıtlayayım. Babam çok yoğun olduğu için gelemedi.  Malum meşgaleleri var onun. Kendince Rıza ve benim için her şeyi yapmanın huzuru içinde. Çünkü ona göre yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. Ama annemin de babamın da göz ardı ettikleri bir şey var, bizim tüm bu bize sundukları imkânlar yerine onların sevgi ve şefkatlerine ihtiyacımız var, birlikte olmaya ihtiyacımız var. Mesela nasihat sız iki çift laf etmeye, birlikte kaliteli zaman geçirmeye ihtiyacımız var ama nerdeeee…”

Bir an şaşırıp kalıyorum, abla tam da benim söyleyeceklerimi söylüyor ve üzerine basa basa, tane tane anlatıyor. Ben de anne de etkilenmiş bir şekilde dinliyoruz.

“Kızınız” diyorum, “Problemlerinizi teşhis etmiş. Bana gelmeden anne kız birlikte konuşabilseydiniz galiba buraya gelmeye ihtiyacınız olmayacaktı. Ne dersiniz?”

Anne şaşkın, anne kederli.  Bir an ne diyeceğini şaşırır bir vaziyette, kekeliyor ve zor bela ağzından iki kelam dökülüyor;

“Ama biz onları seviyoruz!”

“Sevmek gerek şart ama yeter şart değil” diyorum. “Görüyorsunuz, yeterli değil. Sevmek emek ister, çaba ister, önemsemek ve önemsediğini göstermek ister. Galiba sizde eksik olan bu.”

Abla anlatmaya devam ediyor, anlattıkça anne kederleniyor ve şaşırıyor kızının bunları düşünmüş olmasına.

İki damla yaş süzülüyor annenin yanaklarına ve istemsiz bir şekilde kızına sarılıyor ve birlikte hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar, yitirilen zamana mı, bu yaşlar bilemiyorum ve birbirlerini kal diliyle değil hal diliyle anlamaları ve özlem gidermeleri için onları odada yalnız bırakmak için çıkıyorum odadan.

Aynı zaman da ekliyorum, ‘Sevgi anlaşılmak da ister!’

@drktastan

Yorumlarınız bizim için değerlidir !