Köşe Yazılarım

 Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almaktır; Allah da sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. (Hz. Mevlana)

Günümüz Modern psikiyatrisi insanı anlama ve anladığı insanı da tasnif etmeye çalışmaktadır. Tabidir ki bu anlama ve tasnif etme gayretini ve iddiasını tamamen kendi verilerine ve yaşam tarzına uygun kriterlere göre yapmaktadır. Haliyle bu kriterleri yaparken hiçbir ilahi sistemden faydalanmamaktadır. Bu yaklaşım hala kendisinin bile mahiyetini çözemediği “ruh” denilen muamma üzerine olunca da ister istemez paradoksal bir çelişki yaşamasına neden olmaktadır. İşin daha enteresan tarafı mahiyetini çözemediği “ruh”un adını, kendi uğraştığı bilimsel alanda kullanması ve  “Ruh hastalıkları” adını almasıdır.

Modern psikiyatrinin inşa etmeye çalıştığı insan prototipine önerdiği en önemli adres; İç dünyasında herhangi bir sıkıntı yaşayan, kimi zaman gündelik adiyattan olabilen bu sıkıntı ve huzursuzluğun kaynağını giderme adresi olarak ya hastanelerin psikiyatri polikliniklerini ya da onların ellerinde ki bu alanda sorunu giderme adına en güçlü silah olan antidepresanları göstermesidir.

Her insanın zaman zaman yaşadığı ve hayatın kaçınılmaz bir özelliği olan İç sıkıntısından  tutunda, insanın varoluşuna dair temel sorulara uzanan geniş bir yelpazede, ‘psikiyatri’ tek çözüm olarak yerleştirilmeye çalışılıyor hafızalarımıza.

Oysa ara ara içine düştüğümüz sıkıntılara çözüm ürettiğini iddia eden Modern psikiyatrinin tedavi yöntemleri, binlerce yıllık kadim bir maziye işaret etmiyor. İşte bu aşamada insan kendisine şu soruyu sormadan edemiyor;  Modern Batılı psikiyatrinin tarihi yüz elli yılın ötesine geçmezken, binlerce yıldır insanlar yaşadıkları içsel sıkıntıları ve varoluşa dair temel soru ve sorunlarını nasıl çözümlediler acaba?

Bu sorunun cevabı araştırılırken yolumuz ister istemez kendi medeniyetimizin uğrak yollarını bize işaret ediyor. Yaşanılan tarihi süreç içerisinde nice ‘adam olmaz’ denilen insanı örnek insanlara dönüştüren ve bu örnek insanlardan da örnek toplumlar oluşturan vahiy pınarı bize kendi örneklerini incelememizi ve ona göre bazı çıkarımlarda bulunmamız gerektiğini fısıldıyor.

Nitekim bu gün dahi, vahyin aydınlığı, nice varlık sorunu yaşayan ve derin ıstırap çeken günümüz insanına, bir çözüm yolu bulamayan modern psikiyatri ve onun tedavi süreci olan antidepresan kullanımından fayda göremeyen insanların uğrak ve kurtuluş yeri oluyor.

Adına Asr-ı Saadet dediğimiz örnek insan yetiştirme projesinden önce , ‘Cahiliye’ şartlarında doğup büyümüş ve birer kibir heykeline dönüşmüş nice insanın iç dünyalarına akmış bütün kiri Kur’an aydınlığında nasıl yıkadıklarını ve nice ruhsal yaralarını Kur’an eczanesinden alınmış ilaçlarla nasılda tedavi ettiklerini görüyoruz.

Tarih bu konuda vereceğimiz yüzlerce örneğin doğruluğuna şahitlik etmektedir. Bununla birlikte burada tek bir örneğin bile bizi yeterince aydınlatacağını düşünüyorum. Mesela kabalık ve zulüm timsali olan, kendi kızını diri diri toprağa gömen Hattab’ın oğlu Ömer’in adalet ve merhamet timsali Ömer’i Faruk’a dönüşmesi acaba nasıl bir insan inşa projesine işaret etmektedir? Ve gerçekten böyle olumlu anlamda insanı ve toplumu dönüştüren bir proje varsa bunu görmezden gelmek ne kadar doğrudur?

Günümüzde modern psikolojinin, insanı doğru olarak tanımlayamaması onu mutlu ve huzurlu yaşamaya sevk edecek kavramsal verilere sahip olamaması kendi içinde çelişen bir handikap değil midir?

Aslında modern psikoloji kendi içinde tutarlı(!) bir dünya görüşüne hizmet etmekte ve oluşturulan kapitalist dünya sistemine alternatif oluşturmayan “uyumlu” bir insan portresi oluşturmaya çalışmaktadır.

İnsanı ve yaşadığı çevreyi tanıma adına bir ömrü labaratuvarda yaptığı deneylere sarf eden ve ömrünü bu uğurda tüketen bu bilim dalı, kadim bir uygarlığın bilgi birikimini görmezden gelerek adeta kendi oluşturmaya çalıştığı insan portresine uyan yeni bilimsel verilerin peşine düşmüştür. Olanla, olması gereken arasındaki bu ince çizgi, bilimsel araştırmalarla olması gerekene doğru manüpile edilerek yeniden dizayn edilmeye çalışılmıştır. Sonuç mu? Malumun bilindiği bir ortamda yeni şeyler söylemeye gerek yok sanırım. Bunca araştırma, teknolojik ilerleme ve insan tipolojisinin detaylandırılmasına rağmen, yaşadığı hayattan zevk alamayan, boşanmaların ve öz kıyımın (intiharların) arttığı sözüm ona çağdaş bir uygarlıkta yaşayan mutsuz insanlar yığını…

Yeni oluşturmaya çalıştığı insan projesinde modern psikiyatri, saç ayaklarından birini kapitalizme dayamış ve tüketim psikolojisinin normlarını aşılamaya çalışmıştır. Üretmek ve çalışmanın kapitalizmde başarının, modern psikiyatride ise normalliğin kıstası olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Başarı ve normalliğin kriterleri içerisinde bu iki sistem de dikkat edilirse ahlaki kültürden, inançlardan, fedakârlıktan ve yardımlaşmadan hiç bahsetmemektedir.

Tüm bu veriler ışığında modern psikiyatrinin “kim” ve “ne için” bilgi ürettiği sorusu sorulduğunda alınacak yanıt elbette ki “insan ırkının refahı” için olmayacaktır.

Batı bilinen tarihi içerisinde elde etmeye çalıştığı bilimsel verileri dünyaya egemen olma hırsı adına tüketmeye devam etmektedir. Bu tüketim işine doğayla başlayan batı, doğal kaynaklara “egemen olma” hırsıyla müsrifçe tüketmeye devam etmekle birlikte, şimdi de sosyal bilimlerin eliyle “insan kaynaklarını” sonuna kadar tüketmeye çalışmaktadır.

Burada modern psikiyatriye düşen görev, bu insan kaynaklarını tüketme yolunda yeni bilimsel veriler(!) oluşturma ve bunu topluma empoze etmeye çalışmadır. Anlayacağınız bir tür “tetikçilik” görevi verilmiştir modern psikiyatriye. Bu görevini toplumun “normal” ve “anormal” olarak gördüğü ve algıladığı kavramların önce içeriğini boşaltarak sonra da kendince yeni normlar oluşturarak yapmaktadır.

Toplumun kötü bir olay olarak algıladığı ve adına zina dediği evlilik dışı ilişkiler normal bir olaydır mesele bu yeni sistemde. Aynı iki cinsin ilişkiye girmesinin insani bir takım dürtülerinin icabı olduğu da yine oluşturmaya çalıştığı insan tipolojisine yapmaya çalıştığı dayatmalardan biridir. Onun şimdilerde uygulaması ise aynı iki cinsin evliliğine izin verilmesi ve bunun demokratik-insani bir hakmış gibi gösterilerek topluma dayatılmaya çalışılmasıdır. 1970’lerde eşcinsellik bir hastalık olarak tanımlanırken, şimdi ise normalin de ötesinde bir meziyetmiş gibi sunuluyor. Eşcinsel karşıtı görüşler birçok Avrupa ülkesinde ayrımcılık olarak kabul ediliyor ve suç sayılıyor. Avrupa Birliği’ne girme şartlarından birisi de eşcinsel hakların yasal koruma altına alınması olarak şart koşuluyor. Eşcinsel evliliklerin yasal olduğu ülkeler ve eyaletlerden birkaç örnek vermek gerekirse; Belçika, İspanya, Kanada’nın altı eyaleti, Hollanda, Florida vs.

Özgür düşünceyi toplumun her katmanına yaymaya çalıştığını iddia eden bu sistemde, insanın ilahi bir nizam doğrultusunda yaratıldığı fikrinin dile getirilmesi, tahammül edemeyeceği, bilimsel verilere sığıştıramadığı çağdışı bir fikir olarak karşımıza çıkarılmaya çalışılıyor.

Günümüz modern psikiyatrisi körü tedavi etmeye çalışan, şaşı bir göz mütehassısına benziyor. Kendisinin tedaviye ihtiyacı varken bakış açısından kaynaklanan yanlış normlarla tedavi için reçete yazmaya çalışan bir doktor misali…

Bu gelinen süreçten elbette ki sadece Batı toplumu sorumlu tutulamaz. Nasreddin Hocanın; “Hiç mi hırsızın suçu yok?” dediği gibi, sizin de hiç mi bizim toplumumuzun suçu yok? dediğinizi duyar gibiyim. Ne de olsa başkalarını eleştirmek, işin en kolay yanı. Elbette kendi bilgi havuzunu oluşturamayan ve muhafaza edemeyen bin küsur yıllık muazzam bilgi birikimine sırtını dönen Doğu bir numaralı failidir bu cürmün. Modern psikoloji literatürünün %80’ini Amerikan Psikologlar Birliği (APA) ‘nın oluşturması Batının değil Doğunun-yani bizim utancımız olmalıdır. Kendi literatürünü oluşturan Batı, haliyle ortalama Batılı insanı “norm” olarak almıştır. Bu sonuca göre de Doğu kültüründe yetişen birçok insanın “anormal” kabul edilmesi doğal bir sürecin sonucudur.

Modern psikolojik araştırmalar “doğru/hakikat” eksenli değil, “faydalı/işlevsel/pragmatik” amaçlı olarak yürütüldüğünden, Batı toplumu ruhsal sıkıntıların, öz kıyımların, cinsel sapkınlıkların, madde bağımlılığının çokça yaşandığı ve aile kavramının iflasın eşiğine geldiği bir toplum haline gelmiştir.

Kendi kültürel jargonumuzdan ve pratiğimizden uzaklaştıkça batının yaşadığı bu çalkantılı girdabın içine doğru sürükleniyoruz. En ufak bir sıkıntı ve stres halinde batının bize empoze ettiği antidepresanlara yöneliyor ve onların normlarını olmazsa olmazımız olarak benimsiyoruz.

Oysa bize “Sabrı, hakkı, namazı, duayı…” tavsiye eden bir geleneğin müntesipleriyiz. İnsanın yaşadığı bu dünyada başına gelen her türlü hastalığın, musibetin ve sıkıntının sabretmesi ve isyan etmemesi halinde onun yararına olduğunu bize tavsiye eden eski bir uygarlığın mensuplarıyız.

İşte bu sebeplerden dolayı, erdemin hâkim olduğu değerler sisteminden gelen inançlı bir psikiyatrist-psikolog-psikoterapist materyalist değerlerin hâkim olduğu bir toplumda acaba hangi davranışları anormal olarak tanımlayacak ve “norm” ile “abnorm” ayırımını neye göre yapacaktır? Yaptığı bu tasnif kendi değerleriyle ne ölçüde uyuşacak ve hizmet vermeye çalıştığı kitleye ne kadar faydalı olacaktır? Bu soruların cevabı bilgiyi bizim üretmediğimiz ve kendi jargonumuzu oluştur(a)madığımız sürece çok net verebileceğimiz yanıtlar gibi gözükmemektedir.

Bu ve benzer nedenlerden dolayıdır ki, günümüzde Batı’dan gelen psikoloji bilgisini ayırt etme ve tanımlama yaklaşımıyla ele almayan bir Müslüman’ın evreni algılama sisteminin virüslere açık, korumasız bir durumda olduğu kanaatindeyim.

 O yüzden de tüketerek mutlu olmaya çalışan Batının, paylaşarak mutlu olmayı hedefleyen Doğu’dan alacağı daha çok dersler olduğuna inanıyorum.

Modern psikiyatrinin günümüzde yaşadığı tüm bu handikapları-paradoksal ilişkileri Elazığlı bir çocuğun yaramazlık yaptığı için, dolmuşta kendisine vuran annesine söylediği şu cümlelerle özetlemek mümkün diye düşünüyorum: ‘Hem vurisin hem de zırlama deyisin..!’ 

Bu bağlamda modern psikiyatrinin bilimin tüm imkânlarını kullanarak inşa etmeye çalıştığı insan tipolojisinin en çok intihar eden, en mutsuz olan, boşanma oranlarının en yüksek olduğu, aile değerlerinin iflas ettiği bir toplum haline gelmesi başka ne ile izah edilebilir ki?

@drktastan

Yorumlarınız bizim için değerlidir !